31 Aralık 2017

2017'nin kitabı-filmi

yılın sonu geldiğine göre "2017'de okuduğum en iyi kitap", "2017'de seyrettiğim en iyi film" ödüllerini açıklama vakti de geldi.

önce kitap ödülü...

11 yıldır, sağ sütundaki "kitabi" başlığı altında o yıl içinde iş dışında kendi zevkim için okuduğum kitapların listesini tutuyorum. arada atladıklarım oluyor mutlaka ama genel olarak sistemli bir şekilde tuttuğum bir liste bu: ilk defa blogu açtığım tarihin yıldönümünde yaptığımdan Kasım'dan Kasım'a uzanıyor, Aralık ayı dışarıda kalıyor (belki bunu değiştirmek gerek artık). yine de neticede bir yıllıktır. 2017'de okuduğum kitapların listesini çıkarmıştım. öne çıkanlar şunlardı:

* Yokuş Yukarı - Rıfat Ilgaz
* Zadig - Voltaire
* LTI-Nasyonel Sosyalizmin Dili - Victor Klemperer
* Ordular - Evelio Rosero
* Kaplan! Kaplan! - Alfred Bester

Yokuş Yukarı, Rıfat Ilgaz'ın Babıali anıları. Ilgaz’a, çevresine ve aslında bir döneme göz atmak için nefis kitap. 40’lar, 50’ler gazete, dergi, edebiyat dünyası içinden şahane anıları var Ilgaz’ın: Orhan Veli'den Sait Faik'e, Orhan Kemal'den Leyla Erbil'e tatlı tatlı bir sürü hikaye anlatıyor. 

Voltaire, Zadig'i 1747'de yazmış. Zadig namlı genç dostumuzun başından geçen hikayeler ama çoğu masallardan, kutsal kitaplardan alınmış. doğrusu çevirisi pek parlak değil ama kitabın kendi içinde eğlencesi epey yüksek, her bir ''mesel'' de başlı başına kitap olabilecek kadar zengin aslında. 

ben bilimkurgu seven bir insan değilim fakat Kaplan! Kaplan!'ı çok sevdim. bilimkurgu Monte Kristo'su bir nevi. heyecanlı bir hikaye, iyi kurgu, akıcı bir anlatım (çevirisi de iyi). sadece sonunu beğenmedim doğrusu.     

LTI-Nasyonel Sosyalizmin Dili, tek kelimeyle muazzam bir kitap. Klemperer, toplama kampına gitmese de iliklerine kadar yaşadığı ve sağ çıktığı Nazi rejimini yarattıkları dil üzerinden öyle bir anlatıyor ki: kavramları nasıl eğip büktüklerini, kelimelere nasıl başka anlam verdiklerini, neredeyse tarihi tekrar yazdıklarını... altını çize çize okunacak, görmesini bilen gözlere derslerle dolu bir kitap. ''yılın kitabı'' olmaması sadece o hacimde bir kitapta gayet normal sayılacak biçimde zaman zaman biraz sıkıcı olması yüzünden.  

Ordular, Kolombiyalı Evelio Rosero'dan. Rosero’nun üslubunu, anlatım biçimini pek beğendim ben, ''ne yazsa okurum'' dediğim yazarlardan oldu. bir savaşın ortasında dağılıp giden, herkesin kaçtığı bir köyde yavaş yavaş eriyen bir ihtiyarın hikayesini anlatıyor kitap. en çarpıcı yanıysa şu: Kolombiya’da geçiyor ama insan okurken bizim buraları, mesela Cizre’de, Sur’da yaşananları da ister istemez gözünün önüne getiriyor. çünkü kahramanları çok sahici. iyi de bir çeviriyle çok iyi bir kitap Ordular. dolayısıyla, "2017'de okuduğum en iyi kitap ödülü"nü bileğinin hakkıyla "Ordular'' kazandı (alkışlar). Rosero'yu kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz...


geldik ''2017'de seyrettiğim en iyi film'' ödülüne...

her seyrettiğim filme imdb'den not veririm: 10 üzerinden: 4-berbat, 5-kötü, 6-idare eder, 7-seyredilir, 8-iyi film, 9-10 zaten çok çok iyi film. her ay seyrettiklerimi "seyir defteri" başlığıyla bloga da aktarıyorum. 2017 aday listesi şöyle (söz konusu ayda en yüksek puanı almış filmler):

Ocak: Les diaboliques (1955): 8/10  
Şubat: Toni Erdmann (2016): 7/10  
Mart: I, Daniel Blake (2016):  8/10  
Nisan: Silence (2016): 7/10  
Mayıs: Perfect Strangers (2016): 8/10  
Haziran: Dangal (2016): 7/10
Temmuz-Kasım:  Jim & Andy: The Great Beyond (2017): 9/10, Sherlock Jr. (1924): 8/10, Harold and Maude (1971): 8/10    
Aralık: Better Watch Out (2016): 7/10  

9 var: Jim & Andy: The Great Beyond. Jim Carrey beyin Andy Kaufman'ı oynadığı pek güzel film Aydaki Adam'ın belgeseli aslında. Carrey'in adeta kişilik bölünmesine uğrayıp role nasıl girdiği ve filmin çekimleri boyunca nasıl çıkmadığı, bildiğin Kaufman olduğu, filmin yönetmeni koskoca Milos Forman'ın Carrey'in tavrına ağzına açıp bir şey diyememesi sahiden çok acayip. ''büyük oyuncu'' diyorsun.

beri taraftan bu bir belgesel olduğu için bir de film seçmek gerek. epey 8'lik film var: Les diaboliques gibi gerilim filmi şimdilerde bile zor çekiliyor.  I, Daniel Blake Ken Loach beyin sadece iyi sinemacı değil iyi bir anlatıcı olduğunu da açıkça gösteriyor; devletle-bürokrasiyle mücadeleye girişen adamın hikayesi ancak bu kadar incelikli anlatılabilirdi sanırım. 'bilhassa 'solcu'' film yapma iddiasındakiler oturup tekrar tekrar seyretmeli. Sherlock Jr. bir sessiz film klasiği.  konusundan, akışından ziyade 1924'te çekilmiş filmdeki buluşlar şahane. Buster Keaton büyük adammış, tekrar anlıyor insan. Harold and Maude sevgi dolu bir film; hayattan bezmiş bir gençle, hayatı vazgeçmeden emmeye çalışan bir ihtiyarın dostluğu.  

Perfect Strangers ya da orijinal adıyla Perfetti Sconosciuti bir tek mekan filmi. öyle olunca da esas olarak bir diyalog filmi. yerinde ters köşelerle ''trajikomik nedir''in nefis bir örneği film, küçük burjuva hayatların açmazlarını, yalanlarını usul usul anlatıyor. oyuncular da gayet iyi. yönetmen Paolo Genovese beyi kutlayarak, ''2017'de seyrettiğim en iyi film'' ödülünü diğer 8'likleri kıl payıyla geçen Perfetti Sconosciuti'ye veriyorum. (coşkulu alkışlar)




30 Aralık 2017

seyir defteri / aralık 2017

The Diabolical (2015): 4/10 

The Mummy (2017): 6/10

A Taxi Driver (2017): 6/10 

Mayhem (2017): 5/10 

The Belko Experiment (2016): 6/10 

King Arthur: Legend of the Sword (2017): 6/10 

The Producers (1967): 6/10 

Better Watch Out (2016): 7/10  



Asura: The City of Madness (2016): 6/10 

How to Be a Latin Lover (2017): 4/10 

The Foreigner (2017): 4/10 

Pirates of the Caribbean: Salazar's Revenge (2017): 5/10

Kingsman: The Golden Circle (2017): 6/10 

Lenin: Sosyalizmin Kızıl Şafağı (2012): 5/10 

Blade of the Immortal (2017): 6/10 

07 Aralık 2017

seyir defteri / temmuz-kasım 2017

Loveless (2017): 7/10 

American Made (2017): 5/10 

Houston, We Have a Problem! (2016): 7/10 

Jim & Andy: The Great Beyond (2017): 9/10  



Atomic Blonde (2017): 6/10 

It Comes at Night (2017): 5/10 

Janis: Little Girl Blue (2015): 6/10 

War for the Planet of the Apes (2017): 5/10 

Despicable Me 3 (2017): 6/10 

Awaken the Shadowman (2017): 5/10 

Spider-Man: Homecoming (2017): 5/10 

The Internship (2013): 5/10 

Cars 3 (2017): 6/10 

Cops (1922): 6/10 

Sherlock Jr. (1924): 8/10  



Come and See (1985): 6/10 

Unconquered (1947): 5/10 

Two Mules for Sister Sara (1970): 7/10 

Thunderball (1965): 6/10 

Your Name (2016): 7/10 

Harold and Maude (1971): 8/10    


* her ay mümkün olduğu kadar düzenli tuttuğum "seyir defteri" yaz aylarındaki koşturmacalar yüzünden epey aksadı. zaten yazın ve sonra sonbaharda neredeyse hiç film de seyremedim. dolayısıyla temmuz'dan kasım'a uzanan birleştirilmiş bir liste söz konusu oldu. 

16 Kasım 2017

Kitabi: 06.XI.2016 - 06.XI.2017

Çeviri Neden Önemlidir? - Edith Grossman
Suçlar ve Cezalar Hakkında - Cesare Beccaria
Frankenstein - Mary Shelley
Sarhoşlar - Orhan Kemal
Yokuş Yukarı - Rıfat Ilgaz
Öğle Yemekleri - Evelio Rosero
Zadig - Voltaire
Aile Mutluluğu - Tolstoy
Benim Oyunum - Johan Cruyff
Kızıl Saçlı Amazon - Haldun Taner
Aydemir - Müfide Ferit Tek
Düşmanlığın Faydaları - Wilhelm Schmid
Bir Hülya Adamının Romanı-Ahmet Hamdi Tanpınar - Orhan Okay
Tanpınar'ın Mektupları - Haz: Zeynep Kerman
Uzun, İnce Yolcular - Ümit Bayazoğlu
LTI-Nasyonel Sosyalizmin Dili - Victor Klemperer
Franz Kafka'nın Dönüşümleri - Claude Thiébaut
Superman: Red Son
İslam Çağımıza Yanıt Verebilir Mi?
- Server Tanilli
İyimser Olmayan Umut - Terry Eagleton
Ordular - Evelio Rosero
Yarına Başlamak - Afşar Timuçin
Peter Schlemihl'in Olağanüstü Öyküsü
- Adelbert von Chamisso
Elli Kuruş-Çikolata - Orhan Kemal
Kaplan! Kaplan! - Alfred Bester
Bu Ülke - Cemil Meriç
Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar - Serhan Ergin

-------
* Yokuş Yukarı - Rıfat Ilgaz
* Zadig - Voltaire
* LTI-Nasyonel Sosyalizmin Dili - Victor Klemperer
* Ordular - Evelio Rosero
* Kaplan! Kaplan! - Alfred Bester

31 Ağustos 2017

39

''2000'de kaç yaşında olacağım?'' bu hesabı yaptığım zamanlarda 2000 çok uzaklarda, ben epey küçüktüm. 2000 erişilmez gelmiyordu, gelecekti, ben kaç yaşında olacaktım o zaman? nerede olacaktım, ne olacaktım, asla tam hayal edemez ama düşünmeyi severdim.

2000 gelmeden yine epey önce, ''yaşlanma'' diye bir şeyin varlığını algılamaya başlayınca etrafımdaki yaşlıları gördükçe bambaşka bir hesap yapmaya başladım: ''39 yaşındayken yıl kaç olacak?'' 39 yaş çok uzaklarda, ben onun epey gerisindeydim. ama insanın bitim noktasının 39 yaş olduğuna, 40'tan sonra her bakımdan gerileme olacağına dair bir fikir yavaş yavaş, gerçekten yavaş, bütün kafamı kaplamaya başladı, bir daha da çıkmadı:)  

hayat aktı durdu. 2000 geldi. geçti. sonra 39'a da her gün daha da yaklaştım -insan küçükken ne düşündüğüne dikkat etmeli işte, çünkü onlar neredeyse hep kalıyorlar akılda-; bazen çok farkında oldum, bazen hiç farkına varmadım. ve işte sonunda ''ben 39'ken kaç yılında olacağız?'' diye soran çocuğun cevabını aldığı yerdeyim. kendi bitim noktama gelmiş gibi hissetmiyorum doğrusu, yanıldığımı kabul edebilirim. yine de... 

artık ''şu yıl kaç yaşında olacağım'' falan gibi sorularım yok:) bundan sonra daha kaç yıl yaşarım, kaç doğum günü daha kutlarım bilmiyorum ama bu saatten sonra yaşadığım her dakikayı kâr kabul ediyorum:) çok uzun yaşamak gibi bir arzum yok ve fakat her bakımdan daha iyi bir insan olmak yönündeki çabalarımız (ki zor, becerilebilecek bir şey de değil pek) sürecektir. hayatta daha büyük bir hedef olabileceğini de sanmıyorum zaten artık.  

09 Temmuz 2017

''adalet yürüyüşü''ne dair

CHP’nin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı “Adalet Yürüyüşü” ben bunları yazarken Maltepe'deki mitingle bitmek üzere. Aslında mitingin bitimini beklemek gerekiyor belki ama öyle yapmayacağım, hikaye bitmeden sayfayı kapatacağım.

Kılıçdaroğlu ve beraberindekiler 400 kilometreden fazla yol yürüdüler, “mehter marşları” eşliğinde İstanbul’a girdiler. Bravo. İşin doğrusu ben yürüyüşün sonlanacağına hiç inanmıyordum. Hatta o kadar ki, Kılıçdaroğlu yürüyüşü yarım bırakmaz İstanbul’a kadar gelirse bir daha kendisi hakkında ağzımı açmama sözü bile verdim. Yürüyüşe de, Kılıçdaroğlu’na da inanmamak için haklı ve makul sebeplerim olduğunu düşünüyordum, hâlâ da düşünüyorum. CHP’nin toplumsal hareketliliği yaratma, sürdürebilme, memleketin bir kısmında olup bitene karşı kulağının üstüne yatma konusundaki sicili de bu fikrimi destekliyordu. Dolayısıyla ben yürüyüşün başlama sebebi olan Enis
Berberoğlu’nun tutukluluk halinin sona ereceğini, onun hapisten çıkmasıyla da Kılıçdaroğlu’nun “Arkadaşlar, gereken yerlere mesajı verdik, artık olaysız biçimde dağılabiliriz” demesini bekliyordum. Berberoğlu bırakılmadı, Kılıçdaroğlu yürümeye devam etti, ben yanıldım. Bravo.

Sözümü tabii ki tutacağım, CHP için öyle bir söz vermemiştim ama bundan sonra Kılıçdaroğlu için eleştirel tek laf etmeyeceğim. Ama yürüyüşe dair bir iki kelamım var. Çünkü sahiden de bir başka “Yenikapı mutabakatı”yla, “Yenikapı ruhu”yla karşı karşıya gibiyiz (nitekim Kılıçdaroğlu, 15 temmuz anmalarına katılacaklarını da açıkladı): Şahsen en beklemediğim insanlar Kılıçdaroğlu'nu, CHP'yi takdir ediyor; "ne güzel görüntüler" falan diyor; yetmiyor yürüyüşe katılıyor; yetinmiyor “Kemal beyle selfie çektirmeden olmaz” diyor, fotoğraflarını paylaşıyor.

Yürüyüşle ilgili çok yazılıp çizildi ilk günden itibaren: “Toplumdaki adalet arzusunun
yansıması”, “her kesimin ortak paydası”, “muktedire karşı hayır blokunun bir araya gelmesi”, "yeni bir demokrasi cephesinin nüvesi" falan falan… Oysa ben ilk günden itibaren bu söylenenlerin tamamını anlamıyorum, takdir edeceğimiz ne var burada sahiden çözemiyorum. CHP’nin adalet dediği şey “anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” deyip dokunulmazlıklar kaldırılırken vardı, HDP’li vekiller içeri atılırken vardı, memleketin üçüncü büyük partisi susturulurken vardı, memleketin bir kısmı düzlenip şehirler yerle bir edilirken vardı, çocukların kafası sokak ortasında parçalanırken vardı, barış bildirisini imzalayan akademisyenler yerlerde sürüklenirken hep vardı ama CHP’li
milletvekili tutuklanınca bir anda kayboldu öyle mi? Bütün bunlar olup biterken -gerçekten “münferit” diyebileceğimiz- dört-beş vekil dışında ses çıkarmayan, havalara bakan, hatta örtülü destek veren CHP’nin bir anda adalet savaşçısı kesildiğine inanacağız öyle mi? Sanki “yola düş” diye biz demişiz, başını sonunu hesaplamadan yola çıkılmış gibi “Güneşin altında yürüyen bilmem kaç yaşındaki adam, saygı duyacaksınızzzz” duygusallığından gözlerimiz yaşararak yürüyüşü destekleyeceğiz, bunun adı da siyaset yapmak olacak öyle mi? Bu yürüyüşle toplumsal bir değişimin başlayacağına inanan bir kısım “garip”, “duyarlı” İslamcıyla; “Gezi çok iyi niyetle başladı sonra devlet, FETÖ ve kimi uç örgütler tarafından amacından çıkarıldı. Bu nedenle Adalet Yürüyüşü’nde buna asla müsaade etmeyeceğiz” diyen CHP grup başkan vekilleriyle; korteje Kürtler de girecek diye neredeyse korkudan ölecek ulusalcılarla; Suriyelilere ırkçılık yapanlarla bir arada yürüyeceğiz öyle mi? Daha uzatmak gereksiz, buralardan mı çıkacak memleketin susadığı adalet?

Toplumun, muhalefetin büyük bir sıkışma içinde olduğu belli. Fışkıracak bir damar aradığı da. Ama bunun yeri, yurdu sahiden de CHP-Kılıçdaroğlu önderliğinde birleşmek mi? (''Konu parti değil'' falan diyen olmaz diye umuyorum). Çünkü olup bitenin bir tür gaz almadan başka bir şey olmadığı, yine bir grup insanın kendi çalıp kendi oynadığı o kadar belli ki. Mesela yürüyüşçülere karşı pek sakin sessiz olan polisler konu HDP'lilerin yürümesi olunca eski hallerine dönüveriyorlar. Yüksel Caddesi eylemcileri her gün yerlerde sürükleniyor.  Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için İzmir’den Ankara’ya yürüyüş başlatan Adem Kızılçay, Ankara’ya 30 km kala jandarma tarafından gözaltına alınıyor.

CHP’nin-Kılıçdaroğlu’nun buradan herhangi bir toplumsal dinamik çıkaramayacağını görmek için elde bir sürü veri varken yürüyüşü gazlayıp durmak sadece kendi kendini tatmin, başka da bir şey değil. Maltepe mitinginden sonra ne olacak mesela büyük resimde? Ne değişmiş olacak memleketin gidişatında? Adalet yürüyüşü neye hizmet etmiş olacak? Koca bir hiç. Ki bunun böyle olacağını Kılıçdaroğlu, mealen ''Yani bi şey değişmeyecek ama işte bi kapı açabildiysek...'' diyerek söylüyor. Tabii yok “iktidar korktu”, yok “muhalefet atağa kalktı”, yok “insanımız neyin ne olduğunu gördü” zırvalıklarına inanmaya; “Ülkenin halinden şikâyet edip adalet yürüyüşüne katılmamak için gerekçe olamaz”, “herkes orada”, “toplumsal değişim” demagojilerini sürdürmeye niyetliyseniz başka.

Yalan söylemeyeyim, ben Kemal Kılıçdaroğlu’na ilk zamanlarında epey duygusal yatırım yaptım. Bilhassa ulusalcılarla mücadelesini destekledim, parti içi temizlik faaliyetlerini olumlu buldum; CHP’yi hiç öyle büyük solculuk falan yapmadan eli yüzü düzgün bir sosyal demokrat parti yapabileceğine inandım. Çünkü memleketin büyük ihtiyacı gerçekten eli yüzü düzgün, fikirde ve faaliyette sosyal demokrat bir parti. Fakat adını koyalım, Kemal bey çapsız; Kemal bey çapsız olduğu gibi etrafı daha da çapsız. Bunu türlü vesilelerle zaten sürekli ispatlıyorlar. İşin kötüsü tam da bu noktada: CHP’liler değil CHP dışındaki memleket solcusu, sürekli ve sürekli bunları unutup ''Hadi CHP, bir umut'' diyor. CHP ne yaparsa yapsın, nasıl kötü bir tutum alırsa alsın adeta sürekli açılıp duran bir kredisi var solcular nezdinde. ''Gün artık bunları, eskileri, hataları deşme günü değil'' deniyor mesela sürekli. Neden? (Sözüm gerçekten CHP'li olanlara değil ama lafa gelince CHP'ye sallayıp duranlara, büyük solcu pozu kesenlere bilhassa tabii. Ortamlarda ''CHP'li değilim'' diye takılıp, durumlarda sürekli CHP'li tavrı kesenlere)

Ben bütün bunlara bakınca “Adalet Yürüyüşü” için söylenebilecek tek şeyin “akılsız başın cezasını ayaklar çeker” olduğunu düşünüyorum. Çok mu sert? Çok mu haşin? “Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” çok mu acımasız? Türkiye’de demokrasi blokunun, solun CHP çatısı altında buluşacağının büyük bir safsata olduğunu görmek istemeyenler için öyle olabilir. CHP gerçekten asgari sosyal demokrat değerlere sahip olsa, bunun hakkını biraz verse ülkenin başka türlü olabileceği gerçeği ortada dururken bu partinin artık derde derman olmayacağını anlamak için daha kaç hayal kırıklığı gerekiyor? Sürekli “Oluyor, bu sefer oldu, olacak” deyip geçip giden zamana hiç mi acınmıyor? Yoksa bu kısır döngüdeki konfordan zaten herkes memnun mu?

Böyle karşı çıkışlarda bulunanların yiyeceği küfürlerden, muhtelif yaftalamalardan ve “Daha iyisini sen yap o zaman, bu burnu büyüklükle mümkün değil” laflarından sonra muhatap olacağı soru bellidir: “Peki ne olacak?” Sosyalist solu bir yana koyuyorum ama Türkiye’de sosyal demokrasi temsiliyetinin CHP güdüklüğüne hapsedilmiş olmasının yarattığı sorunları, hatta AKP iktidarını sona erdirmenin tek yolu doğru dürüst, eli yüzü düzgün bir sosyal demokrat alternatif ortaya koymak. Bu, o kadar net ki.

Ülkenin Kürt hareketine burun kıvırmayacak, onlarla yan yana gelmekten gocunmayacak, milliyetçilikle arasına keskin bir çizgi koyacak, emekten yana tutum alacak, “garip” İslamcılarla değil Müslümanlarla temasın önemini bilen, tabusu olmayacak, dünyayı doğru dürüst okuyabilecek, memleketin tarihiyle yüzleşmekten korkmayacak bir parti kurup, taş üstüne taş koymak çok mu imkânsız? Yoksa 400 bilmem kaç kilometre yol yürümek daha mı kolay geliyor? Gerçi Ertuğrul Özkök gibi büyük bir düşünür bile “CHP Mazlumların Partisi mi Oluyor?” diye yazı yazdığına göre keyifler neden bozulsun ki?

Çok umutsuz, karanlık, kötümser düşünceler bunlar, biliyorum; belki bu kadar umutsuz olmayı gerektirecek bir şey de yoktur. Durum sahiden güçlü, kendini yenilemiş bir muhalefetin ortaya çıkması için müsaittir, bilmiyorum. Ama şundan eminim, bu memlekette bir şeylerin değişme ihtimali ancak ve ancak Diyarbakır'da bir dolmuşta klima açma tartışması sırasında geçen şu konuşma gerçek olduğunda söz konusu olabilecek:
Terini pantolonuna silen adam, “Kemal Kılıçdaroğlu bu tarafa doğru yürüsün” dedi. Belki klima açıldığı için canlanmıştı sesi. “Bu tarafa yürüsün, Allah vekil memlekette sorun kalmaz. Ne sıcak kalır ne başka bir şey.”


04 Temmuz 2017

seyir defteri / haziran 2017

The Big Heat (1953): 6/10

Kedi (2016): 5/10

Power Rangers (2017): 6/10

The Switch (2010): 5/10

Gifted (2017): 7/10

Alamet-i Kiyamet (2016): 2/10

T2 Trainspotting (2017): 5/10

Dangal (2016): 7/10




10 Haziran 2017

seyir defteri / mayıs 2017

John Wick: Chapter 2 (2017): 5/10

Amélie (2001:) 7/10

Perfect Strangers (2016): 8/10  



The President (2014): 5/10

The Proposal (2009): 6/10

The Boss Baby (2017): 6/10

Hellboy II: The Golden Army (2008): 5/10

Hellboy (2004): 7/10

Young Frankenstein (1974): 6/10

The Invisible Guest (2016): 7/10

The Peanuts Movie (2015): 7/10

The Founder (2016): 6/10

The Ninth Gate (1999): 6/10

Ghost in the Shell (2017): 7/10

Admiral (2015): 7/10

02 Mayıs 2017

seyir defteri / nisan 2017

Guardians (2017): 3/10

Office Christmas Party (2016): 5/10

Split (2016): 6/10

Hidden Figures (2016): 6/10

Silence (2016): 7/10  

03 Nisan 2017

seyir defteri / mart 2017

I, Daniel Blake (2016):  8/10  



La La Land (2016): 5/10

The Salesman (2016): 7/10

Lion (2016): 5/10

Assassin's Creed (2016): 5/10

Bleed for This (2016): 5/10

Moonlight (2016): 6/10

05 Mart 2017

seyir defteri / şubat 2017

Passengers (2016): 7/10

Doctor Strange (2016): 5/10

Toni Erdmann (2016): 7/10  



The Handmaiden (2016): 6/10

Hacksaw Ridge (2016): 6/10

Storks (2016): 5/10

Fantastic Beasts and Where to Find Them (2016): 6/10

12 Şubat 2017

seyir defteri / ocak 2017

The Magnificent Seven (2016): 5/10

Les diaboliques (1955): 8/10  



Inferno (2016): 6/10

Spectral (2016): 7/10

Jack Reacher: Never Go Back (2016): 5/10

The Girl on the Train (2016): 6/10

Deepwater Horizon (2016): 4/10
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...